Devletin Kalbine/Beynine Girmek

Ortalık toz duman.

Aslında iki yılı aşkın süredir Türkiye tarihinin en büyük operasyonu ve bunun doğal sonucu olarak sancılı günler yaşanmaktadır. Son üç gün haber değerindeki zirve el değiştirdi.

Daha önce rektörler, emekli paşalar-askerler, gazeteciler, sendikacılar, siyasetçilerden oluşan tutuklama zirveleri yaşanmıştı. Ama sanırım son olaylarla çıtanın durumu ERGENEKON sürecinin pik noktası oldu.

Başbakan yardımcısına yapılmasına planlanan suikast gerekçesiyle “yapılmakta olan arama, soruşturmalar “Devletin kalbine/beynine” kadar ulaştı” denilen bir süreçteyiz. Zira devletin en mahrem bilgilerinin bulunduğu “kozmik oda” davayı yürütmekte olan hâkimin ellerinin değdiği bir yer olmuştur. Bir devlet/askeri mahrem bölge Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez –velev ki dava dolayısıyla hâkim olsun- bir sivilin elinin değdiği yer olmuştur.

Bu durumu nasıl okuduğumuza bağlı olarak olan bitenin müdriki olup olmadığımızı veya ne kadar idrak ettiğimizi tespit edebiliriz.

Doğrusu temenni babında böyle bir yere girilme ihtiyacını doğuracak hiçbir gelişmenin yaşanmadığı bir ülke olmamızı arzu ederdik. Ama ne var ki mevcut durum böyle değildir.

72 saatin 50 saati bu söz konusu olan kozmik odada arama yapmakla geçmişse bu odanın işlevinin çok önemli olmsı gerekmektedir. Şimdi bu kozmik odanın işlevinin ne olduğunu kısaca anlatalım.

Özel Harp Dairesi ya da Özel Kuvvetler Komutanlığı veya Gayri Nizami Harp Dairesi denilen Karargâh II. Dünya savaşı sonrası NATO tarafından kurdurulan çok özel bir birimdir. Bu birim “Sovyet İstilasına hazırlık” gerekçesiyle İtalya, İspanya başta olmak üzere pek çok ülkede kurulmuş olup “Komünizm tehlikesini” bertaraf etmek için donanımlı hale getirilmiştir.

Çok özel birim olan bu yapılanma eğitim, silah, istihbari bilgilerle mücehhez; ülkenin en gizli bilgilerinin en özel yöntemlerle korunduğu teşkilattır. Yani devlet sırrı burada muhafaza edilmektedir. Bu sebeple “devlet sırrı” dediğimiz arşiv burada bulunmaktadır.

Şimdi bu ne demek oluyor?

Devlet artık kendisine 1960’larda kurdurtulan bu birimin tasfiyesini kararlaştırmıştır. Yani devlet rotasından çıkan, ülkenin çağdaş ülke olmasının önünde engel gördüğü, insan hak ve hukukuna mugayir yapılanmaların ülkeye hangi maliyetlere sebebiyet verdiğini görüp bunların saf dışı bırakılmasına karar vermiştir. Zira bu yapılanmaların vakti zamanda MOSSAD başta olmak üzere pek çok ülkenin servisiyle çalışması ülke ve insanımıza ağır bedeller ödettirmiştir. Buna daha fazla dayanılmazdı.

Devletlerin değişim ve dönüşümlerinin en belirgin göstergesi; “dokunulmaz” kabul edilmiş yani “mahrem” olarak telakki edilmiş birim, konu, prensip ve söylemlere parmak basmaktır. Yıllar yılı hep “Türkiye’nin özel koşulları” bahanesiyle konuşulmayan konular, değiştiril(e)meyen/değiştirlmesi teklif dahi edilemeyen yasalar, girilmeyen bölgeler, tartışılmayan sorunlarımız büyüyüp dağ gibi oldu. Bu ağırlık “değerleri olan” ülke ve vatandaşlarının taşıyamayacağı bir kerteye geldi.

Ülkelerde başbakanların dahi haberdar olmadıkları bir yapılanmanın ne kadar sulh ve selamete hizmet edebileceğini varın siz kararlaştırın. İtalya, Belçika, İspanya ve diğer ülkelerde kurulan kontrgerilla ülkenin en üst düzeydeki yöneticilerinin bildikleri bir durum değildi. Elbette ki bizde de bilinmiyordu. Rahmetli ECEVİT bir şeyler duymuş ama sadece telaffuz etmekle yetinmişti. DEMİREL ise “ağzına biber sürüldüğü için” diline almayı tehlikeli veya gereksiz görüyordu. ÇİLLER, YILMAZ ise “teğet” geçmeyi bile göze almadılar. Yaptıkları tek şey örtülü ödenekten beslenmelerine yardımcı olmaktı. ERBAKAN “fasa fiso” deyip sıvıştı işin içinden…

Simdi gün geldi bu birimi kuranlar, destek verenler (ABD, hükümet, asker-sivil ortak çalışmasıyla) bu yapılanmanın tasfiye edilmesini kararlaştırdı.

Ama bu “tehlikeli” işi öyle birileri yapmalı ki ölüm onlar için;

“geleceği kuşkusuz gün” olmaktan öteye bir anlam taşımamalıdır. Yoksa cesareti olmayanların, kendini halka “vakfetmeyenlerin”, insanlık için bir “akdi” ve “ahdi” olmayanların yapabileceği bir iş değil bu iş…

Bunu ancak ve yalnızca kendilerini “insani erdem için” feda etmeyi göze alanların direnebilecekleri bir süreç olarak görmez isek işin realitesiyle tanışmamış oluruz. Ateşten korların elle tutulması, zamanı gelince yutulmasını andıran bu sürece herkes olduğu yerden katkı sunmalı. Yoksa erdemli yaşama katkınız olmayacak ve bizler de değer üreten kervanın dışında kalmış oluruz.

İyisi mi “değer”lendirirken “ahd”imizi hatırlayalım.

print

Bir cevap yazın