Aylık arşivler: Mayıs 2008

Toplum Mühendisliği Üzerine Bir Değerlendirme

Dr. Ahmet FİDAN

SATIR BAŞI

Eski yazılarımdan birinin konusu “Sosyal Bilimlerde Sona Doğru” idi. Bu konuda yazımın yayınlandığı bütün kağıt baskı ve elektronik yayınların hemen hepsinde ciddi tepkiler aldım. “Tepki” kelimesiyle, genelin tahmin edeceği anlamı kast etmedim. Çünkü “tepki” kelimesi yaygın olarak yanlış kullanılmaktadır. Tepki almak tabiriyle olumlu ve olumsuz tepkiden bahsediyorum. Çünkü bir olay veya olguya karşı yapılan geri dönüş (olumlu olsun olumsuz olsun) tepki kelimesiyle ifade edilir. Burada ikinci cümlemde “… hemen hepsinde ciddi sonuçlar aldım” desem olmazdı. Çünkü sonuç almamıştım. Parça parça farklı açılardan değerlendirmeler almıştım. Bu değerlendirmelere göre belki sonucu ben çıkaracaktım.

Sosyal bilimlerde sona doğru” yazımda, sosyal bilimlerin giderek sayısal veya fen bilimlere doğru açıldığını dile getirmiştim. Bu konuda Türkiye’de OSYM nin alan tercih katsayı ve yüzdeliklerindeki bir eğilimi de örnek vermiştim. Bu gelişmenin belki bir başka boyutu da “Toplum Mühendisliği” kavramıdır.

Tamam, sosyal bilimlerde şu ya da bu bilim dalının sayısala veya fen bilimlerine açılımını belli ölçülerde hazmedebiliriz bir sosyal bilimci olarak. Ancak bu kadarına da pes veya hayır diye bir avami çıkşla olayı sorgulamak istiyorum.

Çoğumuz hatırlar, önceden Çalışma ekonomisi ve Endüstri İlişkileri vardı, (gerçi hala var) bu bölümlerin etkinliği azaldıkça bu alanı tercih etmeyi düşünen gençlere “Endüstri Mühendisliği” okuyun demeye başladık. Niye peki!. Çünkü sayısala doğru gidiş veya kaymanın önüne geçemeyeceğimizden dolayı gençlerin işe atılmaları konusunda istihdam sorunu yaşamalarını istememekteyiz. Çalışma Ekonomisinden Endüstri Mühendisliğine, Toplum Bilimden Toplum Mühendisliğine, çok yakında çok daha fazla örnekleriyle eski sosyal bilimlerin sayısala kaymakta olduğunu ve bilim dalının sonuna birer mühendislik kelimesi gelmeye başladığını göreceksiniz, görmektesiniz.

Hala ilk cümlemde bahsettiğim yazıma üzülerek yeniden atıf yapmak istiyorum. Yeni nesil, size sesleniyorum. Artık matematiği sevmek zorundasınız. Evet bunu bir matematik özürlüsü birisi olarak ben söylüyorum. Zira ilk tercihlerimden olan Siyasal Bilgiler Fakültesini sıfır matematik puanıyla kazanmıştım. Bu yıllar sınava girmiş olsaydım halim nice olurdu bilmiyorum artık.

Toplum mühendisliğine gelince. Pek tabi ki bu kavrama ani olarak refleks tepkisi vermek istemiyorum. Öyle bir tepki versem kuracağım cümle, “yok daha neler” olurdu. Ancak bazı olay veya olgularda, bizim vereceğimiz tepki hiçbir anlam ifade etmemektedir. Tıpkı çok büyük bir nehirde, akıntının tersi istikametinde kibrit çöpüyle yüzmeye çalışmak gibi. Ya da yeldeğirmenleriyle savaşmak gibi. Ama peşinen şunu söylemeliyim ki, bu kaymayı kendi mantığımda reddetmiş olsaydım yine de yeldeğirmenleriyle savaşır veya akıntının tersi istikametinde kibrit çöpüyle gayret ederdim. Tıpkı, Türkçemizin “Turkche” olmamasında vermekte olduğumuz gayret gibi.

Toplum mühendisliği, seçkinci / elitist, planlamacı, müdahaleci bir kavramdır. Toplum bilim, diğer tabiriyle sosyoloji toplumun fotoğrafını çekip yer yer yargılamalarda değerlendirmelerde bulunan bir bilim dalıdır. Ancak toplum mühendisliği kavramında toplum planlaması daha belirgin veya ön plandadır. Buna karşın belki sunu da söyleyebilirsiniz. İyi işte, toplum planlansın yönlendirilsin, bunun neyi kötü!. Elbette ki böylesi bir çıkışı reddetmiyor hatta önemli ölçüde haklı buluyoruz. Ancak nereye kadar. Yani bireylerin kendi iradeleri ve yaşam biçimleri vardır ve buna doğrudan müdahale etmek ne derece yanlış olursa, toplumun da genel bir yaşam biçimi veya kalıbı vardır, buna müdahale de o derece yanlış olur.

Toplum mühendisliğine olan kayma konusunda başka yazıma atıfta bulunmak istiyorum. Cybersapience (Cyber Sapience / Siber Toplum) içerikli yazılarımda hep çok yakın gelecekte beyninde çip taşıyan insanlar olacağımızdan bahsetmişimdir. İşte yakın gelecekte böylesi homojen ve duygulardan münezzehleştirilmiş (uzaklaştırılmış) insan topluluğunda toplum mühendisliği kaçınılmaz olarak görülmektedir. Ancak bu gün için bu kelime (toplum mühendisliği) fazlasıyla itici ve ezici gelmektedir. Çünkü henüz o kadar da rutinleşip duygusuzlaşıp elektronik hale gelmedik. Gidişatımızın ister kabul edelim ister etmeyelim bu yönde olduğunu söylemem gerekse bile bu gün için en azından bana “toplum mühendisliği” kavramı batıcı gelmektedir.

Büyük veya gizli bir el tarafından veya siyasal otorite tarafından insanların genel yaşayışlarına baskıcı, dayatmacı yönlendirmelerle etkide hatta yönlendirmelerde bulunulmasına karşı çıkarız. Ama pek tabi ki bu karşı çıkmamız, toplumun geleceğinin planlanmamasını, makro planlamayı savunmamamızı öngörmez. Makro planlamanın çok daha dar tutulup yönlendirmelerin daha fazla bireyselleştirilmeye başlaması (mikroya girmesi) bizim refleks alanımızı oluşturur. Yalılardan veya sırça köşklerden avam / halk şöyle olsun böyle olsun, şuraya gitsin, şunu alsın, bunu beğensin, şunu kullansın gibi dayatmalar ve bu dayatmalara bileşke (bütünsel güç) oluşturacak toplum mühendisliğine karşı “o kadar da değil” itirazında bulunuruz. Örneğin, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türk insanına batılı şablon ve görünüm giydirilmeye çalışılmış fakat başarılı olunamamıştır. Bu konu askercil kumandayla, “Dikkaaat!… Batılı olunacaaaaak… Oool!” komutu burada sökmemektedir.

Bu konulardaki ayrıntılı değerlendirmeyi “Bilgi Ötesi Toplumuna Doğru Doludizgin” konulu yazımda ele almak üzere esen kalın efendim.

Sevgili okurlarım, yarına söz, rahat bir pazar yazısı olacak. “Analar Günü Gelmiş Yine, Eyvahh!”

Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.kamudanhaber.com http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

Trafik Haftasının Ardından: Politikalar Silbaştan

Dr. Ahmet FİDAN

SATIR BAŞI

Demirağlarla Ördük Ana Yurdu Dört Baştan, Sonra Bu Ağları Tarihe Gömdük Karayoluyla Sil Baştan…Geçtiğimiz hafta trafik haftasıydı. Trafik sorunlarını çözümlemek amacıyla bir çok Avrupa ülkesi aralarında anlaşarak bir konsey kurdu. Bu konseye Türkiye de üyedir. Merkezi Fransa’nın başkenti Paris’te olan bu konseyin üyeleri, zaman zaman toplanarak trafik sorunlarını görüşürler. Bu konsey Mayıs ayının ilk cumartesi günü ile başlayan haftayı “Uluslararası Karayolu Güven Haftası” olarak kabul etmiştir.

Ülkemizde de trafik kazalarının önlenmesi yolunda çaba gösteren kuruluşlarca, aynı hafta “Trafik Güvenliği ve Eğitim Haftası” olarak kabul edilmiştir. Bu hafta süresince; yayın organları, radyo, televizyon aracılığı ile trafik kazalarının önlenmesi için halka trafik kuralları anlatılır. Trafik kurallarına uyulması gereği rutin olarak belirtilir. Broşürler dağıtılır. Ancak gerçekten çocuklarımızın, gençlerimizin sürücülerimizin beyinlerinde kalıcı olarak yer etmesi gerekli konular üzerinde durulmaz.

Okullarda öğrenciler trafik konusunda bilinçlendirilir. Tıpkı 23 Nisan kutlamaları veya yerli malı haftası gibi, genellikle zoraki yapılan toplantılar, trafik polisi konvoyları sirenler, protokol konuşmaları vs. Bunları yadsıyor muyuz? Tabi ki hayır. Bunlara diyeceğimiz yoktur. Ancak bu haftayı kutlayan emniyet birimi kendi haftasıymışcasına bu haftanın kutlanmasını paylaşımcı olmayan şekilde kutlamaktadır. Artık neredeyse her ilçede Fakülte olmasa da Üniversitelerimizin Meslek Yüksekokulları bulunmaktadır. En azından trafik haftası dolayısıyla emniyet birimi başta olmak üzere, belediyeler, üniversiteler tam olarak işbirliği içinde bu etkinliği gerçekleştirmelidir.

Büyükşehirlerde onca büyük imkanlara rağmen, ilk ve orta öğretim okulları, sınıfları, sınıf öğretmenleriyle birlikte trafik bilincinin yerleştirilmesi için geziler, okul dışı programları düzenlenmez, eğitim sadece ve sadece ezberci ve teoriye boğulmuş mantıkla devam ettirilir.

Taşrada da benzeri şekilde örneğin turizm haftası olur, içinde turizm programı olan fakülte veya yüksekokullar o gün veya o haftada bir etkinlik düzenlemezler, bu etkinlik, ilçelerin kaymakamlıklarına bağlı Turizm İl – İlçe müdürlüklerinin kuru etkinliğine bırakılır. Trafik haftası olur, bu hafta il veya ilçelerde Emniyet birimi tarafından gerçekleştirilir, öyle ki, Trafik haftasında Türkiye’de İki Karayolu Ulaşımı ve Trafik Programından biri olan Balıkesir Üniversitesi Bigadiç MYO ile aynı ilçenin Emniyet Birimi, Belediye ortak bir trafik etkinliği düzenlemez. Türkiye’nin kaderidir, bir kurumun etkinliğini başka bir kurum yaparken aynı kurumun yapması gereken etkinliği de daha başka bir kurum yapmaktadır. Bu ülkemizde genel bir sıkıntıdır. Kamu kurumlarının başındaki kişiler şu ya da bu nedenle bu konularda gerçek anlamda işbirliğine girmezler.

Trafik bilinçlendirmeleri bu şekilde rutinlere boğulmuşken, ülkenin temel ulaşım sistemi karayolu ulaşımına dayandırılmıştır. Yıl 1998, İstanbul I. Kentiçi Ulaşım Şurası, Cemal Reşit Rey Konferans Merkezi. Bu tarih ve bu yerde şu sözleri söylemiştim kürsüden: “1938 yılından (M. Kemal Atatürk’ün Ölümünden) bu güne kadar demiryolunun gelişmesine ilerlemesine şu ya da bu şekilde imza sahibi olup ta engel olan veya bu ihmale göz yuman herkim veya kimlerse bunların hepsi vatan hainidir.”
Evet o tarihte söylediğim sözün bu gün de arkasındaydım. Taa ki Uluslararası Demiryolu Sempozyumuna katılana kadar. Çünkü artık ülkenin gelişme ivmesi ve talihi sadece duble yollarla kalmayıp bütün ülke genelinde demiryollarının yeniden ele alınmasıyla devam etmekteydi. Demir yollarındaki hızlı başlayan bu ivmenin de artık eski hızının kalmadığını söyleyebiliriz.

Benim hep konuşmalarımda dile getirdiğim bir konuyu uluslar arası bir sempozyumda Devlet Demiryolları Genel Müdürü Süleyman Karaman dile getirdi bir programın kapanış konuşmasında. “Yapılan Anketlere göre halkımızın % 98 i demiryollarını seviyor, bu yüzde 98’in ancak %2 si demiryollarını bilmekte veya tanımaktadır.” Evet tanıtımın trajik boyutu da böyle.

Bu gün itibarıyla öncelikle demiryolları, yük ve yolcu konseptiyle bir uçtan bir uca hızlı tren altyapısına kavuşturulacak eş zamanlı olarak ta demiryolu ulaşımının güvenlik ve konforu sunduğu diğer kablosuz internet hizmetleri gibi avantajları halkımıza etkin ve yoğun olarak anlatılacaktır. Ayrıca demiryollarımız Lojistik köyler uygulamalarıyla yük taşımacılığına yeni boyutlar katmıştır.

Ne var ki yine bizzat kendim İstanbul için 1999-2000 li yıllarda Sultançifliği tramvay inşaatının yeraltından yapılmasına yönelik önerim kabul edilmemişti. Ama 2005 sonu 2006 başlarında bu önerime dönülmüş ve Sultançifliği hattı kısmen yeraltına alınmıştır. Zararın neresinden dönülürse kardır.

Yine aynı şekilde 2000 yılında İstanbul’da kullanılan akbil’in çok geri bir teknoloji olduğunu belirtmiştim. Kentiçi Toplu Ulaşımın ücretlendirilmesi acilen mutlak surette kişiselleştirilmiş optik manyetik kartlarla yapılması gerektiğini söylemiştim. Bütün bunlara rağmen dönemin Genel Müdürü bu önerilerimizi dikkate almayarak Akbil’in tamamlayıcısı olan yeni özellikli kağıt bilet uygulamasını başlatmıştı. Üstelik bu bileti basacak tesisin yönetiminde olmama rağmen.O zaman itibarıyla İETT ye önerdiğim kişiselleştirilmiş manyetik/ optik kart hem Akbil teknolojisini hem özellikli kağıt bileti gereksiz kılarak ikisini birden devreden çıkararak detaylı yolcu istatistiklerinin yapılmasına ve orerler için extrapolasyon düzenlenmesine katkıda bulunacaktı. Ama önerim kabul edilmedi. Neden? Çünkü sakalım yoktu )))
(Ama bu gün 2008 yılı itibarıyla bu teknolojiye geçmeyi planlamaktalar.) Ne yani benim dile getirdiğim konuyu uygulamaya geçirmek için 8 sene geçmek zorunda mıydı. Takdir sizin.

Oysa ki bu teknolojileri kısmen bu gün Başta Ankara İzmir Balıkesir gibi diğer illerimiz de kullanmaktadır. Çağdaş İzmir Kenti Kentkart sistemiyle bu konularda hayli yol almışır.Ancak İstanbul’un ulaşımdan sorumlu Büyükşehir Belediye başkan yardımcımız Doç.Dr.Rafet Bozdoğan (Genel Sekreter Yardımcısı) bu konulardaki çalışmaların başlatıldığını söyledi. Ben de kendilerine katkıda bulunabileceğimi söyledim.

Yine bu konuda Marmaray Projesi hakkında da da 1998 li yıllarda ulusal bir gazetenin birinci sayfasından verilen yazımda da özetle belirttiğim şu notları tarihe düşmek isterim.

Marmaray projesi bırakın 2010 yılını bu günün insan kitlesinin bile boğaz geçişinin üstesinden gelecek bir çapta değildir. Ne yazık ki boğaz geçişi tüp tünelleri iki geçişlidir. Ve ikisi de raylı sistem geçişini öngörmektedir. Keşke ben dahil bu sözleri dile getiren diğer insanların görüşleri dikkate alınsa ve bu hata yapılmasaydı. Evet şu an inşaatı yapılmakta olan Marmaray Projesi boğaz geçişi için son derece dar bir ihtiyacı karşılayacaktır. İkinci köprüden daha hızlı bir şekilde ikinci bir tüp geçit gündeme gelecektir. Maalesef durum bu. Dönüş fırsatı var mıdır? Şu aşamada yok. Allah korusun bir deprem olur da inşaat sistemleri zarar görürse belki yeniden bu konsepti değerlendirirler. Çünkü şu anki tüp geçit hattı Kuzey Anadolu aktif fay hattına sadece 50 km mesafede. Korkutmak gibi olmasın ama gerçek bu. Bu tüpgeçidin böylesi aktif fay hattına yakın olması dünya tarihinde aletsel büyüklüğü en şiddetli olan depreme çok rahatlıkla dayanacak şekilde yapılmalıdır.

Politikalar sil baştan belirlenir mi tabi ki hayır. Biz Türkler yaparız yeniden yaparız, bozarız yeniden yaparız. Biz bu filmi maalesef hep seyrederiz.
ESENLİK DİLEKLERİMLE..

Yazı Sözlüğü:
Extrapolasyon
: Bu günün verileriyle ya da eldeki verilerle geleceğe yönelik mantıksal ve matematiksel çıkarsamalar yapmak.
Orer: Karayolu veya raylı ulaşım sisteminde başlangıç noktasından bitiş noktasına göre bir sefere verilen ad.

Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.kamudanhaber.com http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

Bölge Kalkınması ve Ulaşım Politikasının Önemi

Dr. Ahmet FİDAN

SATIR BAŞI

Dünya ekonomik krizini alt eden J. M. KEYNES enflasyon pahasına kamu harcamalarını artırarak toplumu düze çıkarmıştı. Aslında Keynes’in yaptığı çok basitti. Kamu harcamalarındaki bir birimlik altyapı yatırım harcaması, suya atılan bir taş gibiydi. Atılan taşın hareketiyle hale şeklindeki dalgalar gitgide büyüyor ve su yüzeyine dengeli olarak yayılıyordu.

AK parti tıpkı demokrat parti ve ANAVATAN partisinde de olduğu gibi birinci döneminde canla başla çalışmış, ikinci döneminde de, bu ivmesini devam ettirememiştir. Tam işsizliğin çözüme kavuşturulması gerektiği zamanlarda kısır siyasal sorunlar ve yaptığım yaptık dediğim dedik politikalarla bütün tılsımı bozmuştur.

Daha önce hükümetlerin ulaşım yatırımı sabit bir yatırım olarak görülmesi ve bölge kalkınmasındaki stratejik önemi olduğunun bilinmesi çoğu hükümetlerce hep ıskalanmıştır. Ak Parti hükümetinin bu konunun önemini kavraması ilk başlarda büyük bir şanstı.
Avrupa kentlerinin desantralize (çevreye yayılmış) olması ulaşım altyapısının sağlam olması nedeniyledir. Ulaşım altyapısı sağlam olan ülke toprakları üzerinde dengeli bir kentleşme ve dengeli bir nüfus oluşmaktadır. Kır ile kent arasındaki akıl almaz gayrımenkul değeri farkı ulaşım altyapısının geliştirilmesiyle makul hale gelecek ve nüfus ta bulunduğu yerleri terk etmeyecektir. Bu gün Türkiye’de her yer batı illerimizde olduğu gibi bayındır değildir. Kuzey Orta Güney ve Doğu anadolu bölgelerinde birçok ilçe yolu hala düzgün bir asfalta kavuşmamıştır. Oysa ki, 1950 yılından buyana bırakın ilçeleri bütün köy yollarının sıfır asfalta kavuşmuş olması gerekirdi.

Eğer 2003 yılından bu yana duble yol gibi yatırım çalışmaları devam etmiş olsaydı, insanlarımız çoktan büyük kentlerden memleketlerine doğru tersine göçe başlamış olurdu. Hatta bu hareket çok kısa bir zaman diliminde oldu bile. İnsanlar kentin sıkıcılığı ve sorunları karşısında köylerine dönmeye başladı. Ancak malesef bunun devamı gelmemiştir. Devamı gelmeyince de sosyolojik olarak insanlar birbirini tetikleyememiştir. Eğer bu tetikleme gerçekleşmiş olsaydı, üç beş sene içinde bu güne kadarki kır kent kalkınmışlık farkı dramatik boyutlarda olmayacak, bölge bölge dengeli olarak kalkınacaktı. Bu davranış rüzgarının sönmemesi gerekir. Halen fırsat var ama siyasal iktidar üzerindeki kapatma davasını olması ümitsizlik için önemli bir faktördür.

Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.kamudanhaber.com http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

SGK Neyin Peşinde?

Dr. Ahmet FİDAN

SATIR BAŞI

Bir kamu kurumunun kendi görevi veya misyonunu unutup bu misyonunun tam tersi arayışlara girmesini düşünebiliyor musunuz. Buna basit tabirle, kişinin veya kurumun kendi kendini reddi denir.

Daha düne kadar (30 Nisana kadar) son iki üç ay içinde sigortalı olanlar için sıkı denetim yapacaklarını söylüyorlardı SGK yöneticileri. Bunu geçtik. 30 Nisan’a kadar büyük bir yığılma oldu ve sigortalı olanların sayısı milyonlara ulaştı. Dağ gibi yeni sigortalı olanların dosyasından gözü korkan SGK yönetimi, bu sefer çıtayı aşağıya çekti.

30 Nisan 2008 den sonra yeni sigorta kaydı yaptıranları sıkı denetime alacaklarını söyledi. Şunu anlamak mümkün değil. El insaf, Sosyal Güvenlik Kurumunun misyonu nedir, ülke içinde çalışanların kayıt altına alınması ve sosyal güvencelerinin sağlanmasıdır. Peki insanlar çoluk çocuk sigortalı oluyorsa bundan memnun olup bayram edeceklerine naylon sigortalıların peşine düşeceklerini söylüyorlar.

Akıl var mantık var, izan var. Siz naylon sigortalıları takibe öncelik vereceğinize, varolan kayıtları girin ve yeni sigortalıların primleri yatırıp yatırmadığını kontrol edin. Yatırmayanları takibe alıp yasal işlem yapın.

Bu gün sosyal güvenlik reformu çıkmış ve yasalaşmıştır. Bir çok eleştirdiğimiz hatalı yönleriyle üstelik. BİZİ EN ÇOK MUTLU EDEN NOKTA ŞUDUR. YENİ SOSYAL GÜVENLİK REFORMU İLE HALKIMIZ SOSYAL GÜVENLİK ANLAMINDA CİDDİ ORANDA BİLİNÇLENMİŞTİR. BU KONUNUN ÖNEMİNİ ANLAMIŞTIR.

Şu durumda SGK ya düşen, alacaklarının tahsili üzerine yoğunlaşmaktır. Aksi takdirde birileri de çıkar üst düzey yöneticilerimizin yeni doğmuş bebekleri sigortalı göstermesinin peşine düşer. Suç mu değil. Lüzumsuz bir ton laf ve polemik üretilmiş olur. Zaten bu ülke en çok ta polemiklerden kaybediyor.

Kısaca çok yakın bir geçmişe baktığımızda şunları görürüz. Reform kapsamında, 2005 yılında hazırlanan tasarı taslakları konusunda haberler başlamış ve ardından, ilk reform Kanunu olan “5489 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” 19.04.2006 günü Meclisten geçmişti. 1 Ocak 2007 de yürürlüğe girecekti. Nevar ki, zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZAR tarafından ((mutad olarak)) yeniden görüşülmek üzere 10.05.2006 günü TBMM’ye iade edilmişti. TBMM, vakit kaybetmeden iade edilen metni 31.05.2006 günü Genel Kurul’da kabul ederek, “5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” haline getirdi. Bu reform 2007 yılı ocak ayında yürürlüğe girecek ve 2007 yılı ocak ayından sonra işe girenler şimdi olduğu gibi kadın-erkek 65 yaşında emekli olacaklardı. Tabi yeni reform çalışmaları ve 2008 de Mecliste kabul edilen yeni yasa durumu bu günkü hale getirdiii.

SOSYAL GÜVENLİK REFORMUYLA TAVAN YAPAN KAYITLAR

2006 ya kadar bir emekli başına düşen, sigortalı sayısı 1.8 iken 2006, 2007, 2008 yıllarındaki sigortalı girişleri ile birlikte bu sayı 2.2 ye ulaşmış durumdadır. Öte yandan şu an aktif yani prim ödeyen sigortalı sayısı da Cumhuriyet tarihinin tavan rakamına ulaşmış durumda olup, 10.840.311 olmuştur. Emekli sayısı ise 4.842.630’dır.

Yıllara Göre Toplam Sigortalı Sayısı
2002 549.000
2003 285.000
2004 263.000
2005 603.000
2006 1.413.000
2007 238.000

Son on yılda ortalama 350-400 bin kişi ilk kez SSK’lı olurken, 2005 yılında bir önceki yıllara göre iki katına varan “İlk Defa SSK’lı Olanlar”ın sayısı, 2006 yılında TAVAN yapmış durumdadır. Çünkü, 2007 yılı başında reform yürürlüğe girecekti, reformun kötü getirilerinden kaçınmak amacıyla sigortalı olanların sayısında kat kat artış olmuştu.

2007 yılında reformun yürürlüğe girmesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptalinden sonra tekrar azalan sayı bu kez yine reform yürürlüğe girmeden evvel 2008 yılında yeniden tavan yaptı ve 94301 sayısına ulaştı. İşte 2008 yılının ilk 4 ayındaki 18 yaşından küçük olanların SSK’lı olma sayıları.”

Yaş Aralığı 2008/1 2008/2 2008/3 2008/4

0-2 0 1 1 403
3-5 0 0 6 917
6-8 0 0 4 1.001
9-11 20 2 22 1.575
12-14 95 166 417 4.980
15-17 6.314 10.824 12.240 55.313
TOPLAM 6.429 10.993 12.690 64.189

Her zaman deriz ki, az laf çok iş. Az laf çok düşünce. Çok çalışalım ki, ne polemiğe ne de ayak kaydırma oyunlarına zaman kalmasın. İşsizlik ve sefillik bütün kötülüklerin anasıdır. SGK yönetiminden paralarının tahsiline öncelik vermelerini bekleriz.
Yazımdaki istatistiki bilgiler Akşam Yazarı Ali Tezel’in yazısından alınmıştır.

Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.kamudanhaber.com http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.

Kentlilik Bilinci Kent Kültürü Nedir?

Dr. Ahmet FİDAN

SATIR BAŞI

Kentleşme, insan sayısı arttıkça, kırsal kesim artan insan sayısını beslemekte yetersiz kaldıkça, kentin yaşam standartlarının, özgürlük ortamının, geniş eğitim sağlık ve iş fırsatları doğurmasıyla birbirini sürekli artan oranda tetikleyerek devam eden bir olgudur. Var olan bu süreç devam ederken, kentin alt yapısı ve üst yapısı gelişirken, kentte yaşayan insanlar bu gelişme ivmesine ayak uyduramamaktadır. Bu durumda ketleşme hızıyla kentlileşme hızı birbiriyle örtüşmeyeceğinden, KENTLERDE KÖYKENTLİ BİR NÜFUS KİTLESİ KRONİK HALE GELMEKTEDİR. Hatta öyle ki, bu niteliksiz kitle belli siyasilerin rant alanlarını oluşturur. Bu konuyu ayrı bir başlığa bırakmak üzere esas konuya değinelim.

Kentlilik kültüründe en başta gelen konulardan birisi, kişinin kentin aktif katılımcı bir parçası olarak görmesi, ve kenti makro bazda evi olarak görmesidir. Bu durumda insanlarımız yurt dışında son derece medeni davranış sergilerken Kapıkule’den içeri girdiğinde, yerlere tükürüp kırmızı ışıkta geçmeyi adetten saymayacaktır.

Kentlilik bilincinin oluşturulması son derece zor bir durumdur. Kentlilik bilincinin oluşturulmasıyla bu değerlerin kurumsallaşması sağlanacak bu da bütüncül anlamda kent kültürünü oluşturacaktır. Kentlilik bilincinin oluşturulmasında MEDYA genel anlamda en güzel tetikleyici faktördür.
Medya, kitleleri doğrudan, hızlı ve en etkin bir şekilde yönlendirdiğinden bu konudaki çalışmaların birincil ayağıdır zorunlu olarak. Kentte yaşayan insanların kentlileştirilmesi ehlileştirilmesi, benim tabirimle kentsel değerler açısından ütülenmesi için örgün eğitimin yetersiz kaldığı noktada kitlesel yaygın eğitim kurumlarının kullanılması gerekir. YALNIZ EN BÜYÜK HATA ŞU OLACAKTIR. KENTLİLEŞME İÇİN SALT YAYGIN EĞİTİMLE KALMAK BAŞLANGIÇ İTİBARIYLA BAŞARISIZLIKTIR. BU KONUDAKİ BİLİNÇLENDİRME ÇALIŞMALARINDA KESİNLİKLE VE KESİNLİKLE AUDİOVİSUAL (SESLİ VE GÖRÜNTÜLÜ) TEKNOLOJİLERİ KULLANMAK GEREK.

Kentlileşme bilincinin oluşturulması için toplum yönlendiricileri, yöneticiler aydınlar özverili ve sabırlı olmalıdır. Bu konuda şu veciz ifadeyi kullanmak isteriz. Mermeri delen, damlanın gücü değil sürekliliğidir. Sabırla ve düzenli aralıklarla yapılan yaygın eğitim teknikleriyle yapılan bilinçlendirme çalışmaları esas çözümdür.

Bir minibüs şoförü, kolunu cama koymuş, diğer minibüs şoförüyle karşılıklı trafiğin ortasında iki şeridi de tıkayarak konuşurken arkadan bekleyen ve korna çalan sürücülere karşı haklıymış edasıyla bir de hareket çekmektedir. İşte bu davranış kentte ütü yüzü görmemiş bir davranıştır. Bu konuda son üç yıldır hazırlıklarını başlatmakta olduğumuz www.bilinclenme.com, www.ulusalbilinclenme.org, www.ulusalbilinclenme.com adreslerinden duyurmaya başladığımız kentsel değerlerin eğitimini, kette yaşayan insanların bilinçlendirilmesi sesli görüntülü eğitim paketleriyle insanların yoğun olduğu mekanlarda devlet otoritesinin müeyyidesiyle (zorla da olsa) gösterilmesinin sağlayacağız.

Karga tulumba insanların taşınmasından bilinçli ilkyardıma, deprem anında merdivenlere hücum etmeden deprem bilincine, eline ne gelirse market sepetine dolduran insandan barkot kontrolü yapan bilinçli tüketiciye, yayaların bile yolda çarpışmasından yaya kültürüne, dere içlerine ev yapan insandan bilinçli konut yeri seçen insanlara, bariyerleri, refüjleri atlayan, çiçekleri koparan insandan kullara uymayı bir erdem olarak gören bireylerin oluşturulmasına uzun süreli sabırlı bir çaba. Bu çaba ile ?halkımız eğitimsiz! ve ?halkımız bilinçsiz arkadaş! söylemlerini eritmek için mücadele edilecektir.

Not:
Bu sitede yayınlanmakta olan yazılar http://www.yazarport.com, http://www.gunesgazetesi.net http://www.kamudanhaber.com http://www.bilgievreni.com, http://www.siyasalforum.net http://www.gercekgazete.web.tr ile, Gerçek Gazete, Halkın Sesi, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.